1 Kasım 2013 Cuma

İÇİMDEKİ OKYANUS


Sanatçıların ve doktorların egolarının çok yüksek olduğunu söylerler. Bu yadsınacak, inkar edilecek ve utanılacak bir şey değildir. Yitmekte olan bir organ, bir işlev hatta bir can; bir ölümlünün dokunuşları ile geri dönebiliyorsa eğer, bu o ölümlüye tanrısal bir güç hissettirir.

Aradaki fark doktorlarda (bilhassa cerrahlar) bu durumun sonradan geliştiği, yetişkin yaşta bu güce erişilmesinden dolayı belki daha kontrollü olduğu (bazen ne yazık ki tam tersi); sanatçılarda ise çoğunlukla çocukluk çağdan ve belki de doğumdan itibaren gelişip büyüyen söz konusu durumun artık o kişinin doğası haline gelmesi olabilir.

Bu çıkarımla 'sanatçı doktorlar'daki egonun tavan yapması durumu, bence son derece kabul edilebilir.
Şahsen, kişinin egosuna karşılık gelen yargılayıcı ve dizginleyici 'süperegosu'nu geliştirdiği sürece egonun hiç de fena bir şey olmadığını ve hatta yaratıcı sürece katkıda bulunduğunu düşünüyorum.
Ancak süperegosunu geliştirmeyi başaramamış ya da yeterince önemsememiş kişiler ise çıplak egoları ile zaman zaman çekilmez hale gelebiliyorlar.

Şu sıralar büyük bir keyifle okuduğum ve tespitleri karşısında heyretler içinde kalakaldığım bir kitap, Freud'un 'Sanat ve Sanatçılar Üzerine' isimli başyapıtı.

Özetle, sanatçının oyun oynayan bir çocuk gibi davrandığını, tıpkı çocuk gibi kendisine bir hayal dünyası yaratarak bu hayal dünyasını pek fazla ciddiye aldığını, yani zengin bir duygu hazinesi ile donatarak gerçeklikten kesin sınırlarla ayrıldığını söyler.

'Sanatçı' kişinin kendisi için kullanması uygun bir sıfat değildir zira, çalışmalarımın bir kısımının eser olduğunu varsayarsak, resim yapmanın bana tattırdığı duyguların oyun çağı yıllarımdan tanıdık olduğunu söyleyebilirim.
Lego yapmaktan ve barbie bebeklerime elbise dikmekten oldukça uzaklaşmış olsam da kırmızıların, mavilerin, sarıların bir araya gelmesi ile ortaya çıkan 'o şey' bana yıllar yıllar evvel minik kova kürek ve tırmığım ile sahilde kumdan yaptığım görkemli şatolarımı uzun uzun izlemenin verdiği hazzı yeniden yaşatıyor.

Ve benim mavilerim, aklımdaki semalar, içimdeki okyanuslar... Ve benim kırmızılarım, sarılarım, küçük adamlarım, kadınlarım ve benim yalnızlarım... Her zamankinden daha gerçek ve daha yakınlar bana.
Annesinden yediği sopanın ardından odasına kapanıp oyun dünyasında dalan çocuk gibi ben de şu sıralar rengarenk boyalarımın gerçeküstü dünyasındayım.


Hiç yorum yok: